ne tenha yer burası
kaya ile denizin birbirine yapışıp durmaktan sıkıldığısesi, etimizi kemiren
ardıç kokuları, bal ve akik
hala bilmediği şeyler var
upuzun yalnızlığında insanın
kar serçeleri de öldüler
soba üstü kestaneler, dantel örtüler
sokağın topaç sesi çoktan gittiler
ne yorgun yer burası
otların üstünde biriken billur damlalar
toplayıp durur her sabah sözü, sesi, ayazı
hepimizin sırtında karınca telaşı
turnalar bizi vurdu, masalar bizi kurdu
suların en berrağından bizden önce geçti zaman
aksöğütlerin hani yüzünü pür sulara koyduğu
bu sonsuz unutuş, bu kayıtsız ve derin uyku
varlığın ispatına uydurulmuş bi tantana ki
kendi kuyunu sevdiklerine kazdıran
ne zalim yer burası
yanmış kuru ot kokusu, göğün aralanan kapısı, begonviller
kendin dediğin bir başkasında açılan yara
yarama iyi bak, kabuğundan ayırma
bu yağmur sessiz,
benden akanları yıkamaya yetmiyor
bir başka yere taşıyor içimde nehirler
ne uğultulu yer burası
bir türkünün dizine çökmüş ağlama sesi
insan; kendini neyle değiştirebilir bundan sonra
nasıl temize çekebilir, göğün, yerin, toprağın
yüz çevirdiği suretini
ne fani yer burası
yokluk, bu korku ne
hiçten geldiğini unutup
sığındığın gökevi, ayağına değen örtü
üstünü örtecek gün gelip zaman
sayılı yer burası
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder